Kıyısında bıraktı tüm yaşananları ,yol dediklerinin üzerinden
geçti bugünde. Kimsesizlik kimliğine bürünmüşleri kendi saflığıyla giydirdi
.Üşümek nedir hiç tatmamıştı? Halbuki üşümek diye bir fiil hiç var olmamıştı
hayatında. Oysa şu an üşüyordu .Annesinin tütsü kokan ellerini son kez açtı ve
sıkıca sarıldı. Öylece kalakaldı bilmem kaçıncı kez geçti gölgesinin üzerinden.
O geçiyordu karaltı kalıyordu.
Puslu bulutların ardında bırakarak ‘kalsam’ dedi bir şairin zarif
sıcaklığıyla. Adımlarına şehrin hüznü çökmüştü. Yavaştı. Gideceği yere henüz
ulaşamamıştı ,zaten yolda karar vermez miydi ki ?Ayağındaki çamur izleri geride
kalanların tortusu. Yol bitmiyor birikintiler hiç eksilmiyordu. Şimdiden
özlemişti annesinin beş çayında yaptığı nane çayımı .Nane dedi. Narin
bedenlerini kurak toprağa teslim etmiş gibiydiler .Bodur ve çelimsiz. Her sabah
taş yoldan geçerken o cılız bedenleri burnunda hissederdi. Şemimlerini rüzgara
hediye etmişti ,şimdi onunlaydı. Bir an duraksadı .İçinden tebessüm etmek geldi
ama yapamadı .Eli telefonuna gitti ama arayamadı .Solduramazdı geride kalan
yaprakları, doyamazdı bu sefer ,olmazdı.

Yolun kenarındaki beyaz çizgiye ilişti gözü yarı boyalı.
İnsanlarda böyle dedi ,ince ince dokunmuş ruhlar tek bir darbeyle kırılıyor
,işte o tek bir çizgide saklıydı. Binlerce nefes timsal ediyordu ,rengine,
dokusuna , aldanışlarına. Nasıl bütün olabiliyordu, dağılmadan savrulmadan
dimdik ayakta durabiliyordu ? Ben diyebilmek büyük bir erdemse nasıl ‘ben’
olabiliyordu? Yola çıkalı yarım saati biraz geçmesine rağmen sanki büyümüştü.
Olgunlaştırmıştı onu zaman gitmek insanı olgunlaştırabilir miydi yoksa bu cesarete
sahip olabilmek mi başlı başına olgunluktu ?
Tatlı bir esinti arasından küçük not kağıtları serpilmeye başladı
tıpkı bir zamanlar minik kardeşine aldığı çilek kokulu. Darmadağan hayaller toz
oluyordu. Ama şimdi sahipsizdi .Sahip olunmayı kavrayamamış kalbi şimdi ise
sahipsizliği yaşıyordu. Kağıtlar bir anda ortadan kaybolmaya kavakların gölgesi
yeniden ve yeniden siyaha boyanmaya başladı. Beynindeki düşünceler birer birer
özdeşleşiyor tek bir aralıkta yokluyordu. Delirmiş miydi acaba ,yoksa kör mü olmuştu
gören gözler.

İlerden
bir aracın yanına doğru yaklaşmaya olduğunu zannetti araç yaklaşmadan ışık
hüzmesi gözleriyle oyun oynarcasına temaşa ediyordu. Güneşe bakmaya doyamayan
ayçiçekleri gibiydiler. O bakıyor, gün bitiyordu. Ardında çok şey bırakmadığını
fark etti, sahi ne alıp çıkmıştı ki, babasından miras küçük gümüş renkli bir
bronz. Nedenini anlayamadığı soracak kimsesinin olmadığı zamanlardan yadigardı.
Üzerinde uzunluğunu kestiremediği bir yol, bulanık bir sima, silinmeye yüz
tutmuş bir isim yazılıydı. Parlak yüzeyinin üzerindeki yansımalar teker teker
yanıp sönüyordu. Her dokunuşta eli titriyor, mananın ince perdesini aralamaya
gücü yetmiyor, canı yanıyordu. Şu ana kadar merak edilmemiş sorular üzerine
ufak tefek sorularının eklenmesiyle ,mavi kot gömleğin derinliklerine doğru
uzandı.


Adımlarının
yorgunluğu düşüncelerinin üzerine çökmüştü. Düşüncelerinde yer bulamayan
cevaplar birer birer süzülüyordu, dalga dalga yayılıyordu yaşanmışlıklara, hiç
yaşanamayacak olanlara. Sırtında ağırlaşmaya başlayan çantayı diğer eline aldı,
ışık hala yanıyordu. Emanetlerine el sürmeden önce ince çizginin üzerinden
karşıya geçti. Çizgi yarıldı, ışığın soluklaşan bedeninde kurak cümleler
oluştu. Her biri gizli kaldı, kapıların gizemini kimse aralayamadı.
Gözlerini kapatalı çok olmamıştı hala yalnızdı. Elinde siyah
ciltli kitabın sayfaları aralarında geziniyordu. Oturduğu iskemleyi kendine
doğru çektikten sonra parmaklarının gezindiği ilk sayfayı açtı ve kısık bir
sesle göz gezdirdi. Dudaklar sustu, elleri kaskatı kesildi. Her şey siliniyordu
tıpkı o kitapta okuduğu o kelime gibi. Yıllar önce çizilen satırlar. saniyeler
içinde yitip gidiyordu. Bir o kalıyordu.
Havanın dondurucu dokunuşlarına kırmızımsı bir sıcaklık kesiyordu
bu sefer. İlerideki araç uzaklaşmaya ,annesinin nane kokan elleri buram buram
içine nüfus etmeye başladı tekrardan. Zaman geçmek bilmiyordu satırların içinde
kaybolan izler yerine yenilerini bırakıyordu. Hiç yaşanmayacak olanlar insanı
tek bir kelimeyle nelerde yaşatabiliyordu. Camın hemen kenarında annesinin
çeyizinden kalma dantellerin desenlerine işlediği o uzun çizgideydi bugün, ince
ince işlenmiş anılar tam ortada birer boşluktu şimdi. Silikleşen ışığın
yansımaları göz bebeklerinde belirdi. Nane çayından küçük bir yudum alırken
karşıdaki karaltının içinden birinin yaklaştığını hissetti.Pencerenin kenarında
oluşmuş buğuyu temizlemeye başladı. Karşısında grileşen bir yol
,duygusuz. Kestiremediği uzunlukta bir yol ,havanın grileşen rehavetinde
kaybolan bir yüz. Bu ona hiç yabancı gelmemişti, çayın kokusu bütün odaya sindi
ama o beniz hep silinik kaldı.
Silinik benizlerde, kitap aralıklarında, otobüs koltuğunun tenha
köşelerinde kendini keşfedecek olan kişiliklerle birlikte bir yolculuğa çıktık.
Duraksız, zamansız bazen tenhalarda bazen de çiçek bahçelerinde biten bir
yolculuk bizimkisi. YOL biz olalım, YOLDAŞ'larımız
da sizler..
Yorumlar
Yorum Gönder