
Hatıra defterinin küpürlerinde ardı sıra dizilmiş siyah
beyaz eski şeritler düzensizce masaya yığılmıştı. Her biri farklı zamanlara tesadüf
ederken o ise bugüne bakıyordu. Islak ve soluk kalmış anılar altında eziliyordu
düşünceleri. Kokusuna müptela olduğu sardunyaları boyun eğiyordu yeni doğan
güne yeni başlangıçlara, hiç bitmeyecek olan sonlara. Tam da o sırada güneşin
tatlı yelpazesine eşlik eden meltem evinin eşiğine doğru sürükledi karanlık
geçmişi. Açıklamaya meydan veremediği sırlar altında yere çöktü bütün bedeni
bir anda çatallaşmış birkaç kelimeyle erimeye başladı. Küçüldü. Sonun
başlangıcında asılı kaldı onlarca soru.


Eve ilk taşındığında dikkatini çeken ilk şey merdivenler
olmuştu. Tam on üç taneydi. Büyükten başlayarak sırayla küçülen bir sonsuzluk
gibi gelirdi ona. Tıpkı hayat gibi. İnsan büyüdüğünü zannettiği her yeni günde
öğrendiklerinin ardında ezilmez miydi ki? Ah o yokluk hissi, hiç var olmamışlık.
Tam üç yıl olmuştu bu eve taşınalı siyah beyaz küpürlere eşlik etmiş tam üç
yıl. Hayatını tebessüm edenlere selam veremeden geçirdiği üç yıl. Yalnızlığına
eşlik etsin diye salonunun en aydınlık köşesine koymuştu daktilosunu onun
yanına da hiç kullanılmamış bir defter iliştirmişti.

Bomboş sayfalar parlıyor,
çelişen duygular sayfalar ardında dolanıyordu. Defter duru bir su gibiydi el
değmemiş hiç keşfedilmemiş , hiç eşlik edilmemiş gibi. Mürekkep kuruydu,
seslere aldanan her hece bir yanılgının izini sürmeye devam ediyordu.
Siyah beyaz çerçevelerden birkaçı boştu içine ne koyacağına
karar verememişti ya da tıpkı evi gibi kimsesizdi onlarda. ‘Evim’ dedi. Bu
kelime manasız bir şekilde tekrar tekrar yankılandı kapı aralarında ama kimse o
kapıyı açmadı.
‘Merhaba’ diyerekten uhrevi bir havayı da içeriye dolduran
bir sesle irkildi. Komidininin üzerinde duran ikili şamdandan kopan sıcaklık
kapının hemen yanında ,asılı zamanın geçidinde kaybolmaya başladı. Hızlandıkça
bakışlardan geriye derin bir ürperti bırakıyordu. Tik tak sesleri ne kadar da
masum görünmüştü gözüne. Ta ki şu ana dek. Paslanmış zaman, patikalara doğru
sukün ederken geride boş çığlık sesleri yankılanıyordu. Her yerdeydiler.
Eşik hiç bu kadar
rahat olamazdı diye geçirdi aklından ya da bu kadar pürüzsüz. Kendisine gelmeye
çalışırken arka fonda soğuk kamçı sesleri, ölüm soğukluğu vardı. Ama yine
yalnızdı. Yoksa delirmiş miydi? Onca ses, gözlerinin önünden kayıp giden
küpürlere takıldı aklı. Güneşin sıcaklığını giyen ruhu bu seferde titriyordu.
Gün ağarırken o bembeyazdı. Kendinden emin bir sesle ‘3, 2, 1’ dedi ve
gözlerini açmaya yakın öncekinden daha da güçlü bir tonda ‘Uyan’ artık
diyerekten sitemli yaşlıcasından bir kadının sesiyle kendine geldi.


Üzerinden seneler öncesinden kalma beyaz bir önlük geçirilmişti.
Bir ruh bir elbiseyle nasıl tutsak edilirdi, düşüncelere intikal
eden tutsaklık uçurumun önünde nöbetteydi. Kilidi kırmanın tek bir yolu vardı.
Açılı olmayanı açmanın. Aynı anda binlercesi binlerce varlık sesleniyordu. Kimi
yokluğuyla, kimi zincirlenmiş hapisane deliğinden, kimisi kimisi de
yankılarıyla, eskilerden. Boğuk havayı teneffüs eden solmuş fayanslar
resimlerle doluydu, buz tutmuş. Müebbet yemiş koridorun karanlığına süzülüyordu
her bir kare. Açlığa, uykusuzluğa. Binlercesi donuyordu. Sessizliğin kulaklarda
tizden bir kabusa dönüşüyor, göremeyenlerin eceli oluyordu.

Olayı anlamaya çalışırcasına süzerken etrafı tek bir şey
dikkatini çekti. Herkes istediğini yapabiliyordu, manasız bakışlarını pencere
pervazına çevirdi. Garip olan dışarda manzara yoktu gerçeğin timsali insanları
tutsak ediyordu. Gözleri kamaştı, sessizce yatağından kalktı. Evet işte oradaydı.
Yarı gri boyalı ince beyaz çizgilerle bezenmiş duvar
şeritlerinin üzerinde bir çerçeve asılıydı. Önemsiz gibi duruyordu, soğuk
duvarın dokusunu bir nebzede olsa kırmaya çalışır gibi. Hayır renkli değildi,
gülen simalarla da işaretlenmemişti tablo. Yavaşça yatağında kalkarken odadaki
tek gerçekliğin bu olabileceğini düşündü.
Hem çok yakın hem de olabildiğince uzak birkaç tınıyı
beraberinde sürüklerken her şey daha da yabancılaşıyordu. Hem kim olduğunu bile
bilmeyen birine karakalem bir çizim ne ifade edebilirdi?

Tam eline aldığı sırada içeriye siyah bir karaltı
süzüldüğünü hissetti, hisleri gittikçe bulanıklaşır ama o görüntü gözünde daha
net bir hal alıyordu. Renklere boyanıyordu. Takatinin tükendiği sırada, içeriye
yirmili yaşlarında gençten bir kız girdi ve onu son anda tuttu. ’Anne’ diyerekten
yankılandı bütün salon. ‘Anne’ zayıflığın en güçlü tesiriydi, dantelli
perdelerin ardından el sallayan çocukların selamıydı, her adımın altında
ezilenlerden kalan yadigardı. Eskimezdi. Çünkü o bir anıydı.
Her bir santimi gözleriyle tarıyor, sanki bir ipucu
ararmışçasına duvardaki tabloya dikmişti gözlerini. Umutla bakan gözleri bir
hayalin peşindeydi. Siyah beyaz küpürler şimdi her yerdeydi, her tarafına
dolanmış, onu boğmaya başlamıştı.
Aradan dakikalar geçti, kadın uyanmadı, telaşla bekleyen
kızının ayak seslerine iştirak edecek bir nefes yoktu ortalıkta. Daktilosundan
çıkan her izme karşı binlerce görüntü oluşmuştu. Silinik iz düşümler arasında
bir tek kendisi netti. Şimdi her şeyi daha iyi seçebiliyorken doktorun vurduğu
sakinleştiriciyle bir daha uyanmamak üzere derin bir uykuya daldı.
Elindeki yansımalarda asılı olan tek gerçeklik siyah beyaz
küpürlerde kaldı.
Yorumlar
Yorum Gönder