Ana içeriğe atla

Öne Çıkan Yayın

İNSAN ÖTEKİYLE VAR OLUR.. EDEBİYAT İSE İNSANLA..

  ‘Edebiyat nedir ? ‘sorusuna verebileceğimiz bir tanımdan da öte yaşamın bir çeşit delili, tarifi yaşamın sınırlandıran insanoğlunun sonsuzluğunun bir parçasıdır edebiyat. Yeni keşfedilen bir kıta, yemeğe atılan farklı bir baharatın etkisini diğer insanlar üzerinde vuku bulmasıdır. Değişmez, yenilenemez şartlar – olasılıklara karşı atılan bir darbenin parçası, mutlak kararlara karşı imzalanan kağıt parçasıdır. Varlıkla var olur, insanla değişir, ötekileşir, aktarımı sağlanır. Nefesle izah olunan, mürekkeple belirginleşir, insanların üzerindeki tesirinin bir parçası ise kağıtta kalan izlerdir. Bulanıklaşan, kuruyup eskiyen ama her defasında hissedilen. Edebiyat hissedilir, mantığın katmanlarına çıkabilmek için zahir olunan gönülle aşikar nasıl olursa. İnsanı var eder. Görülmeyeni, durulmayanı, anlatılamayanı anlatır her satırında. Terry Eagleton’un Edebiyat kuramı kitabında (1983 ) ‘’ Sağlam ve değişmez değerleri olan ve birtakım ortak özellikleri paylaşan eserler anlamında bir...

İZDÜŞÜM


Hatıra defterinin  küpürlerinde ardı sıra dizilmiş siyah beyaz eski şeritler düzensizce masaya yığılmıştı. Her biri farklı zamanlara tesadüf ederken o ise bugüne bakıyordu. Islak ve soluk kalmış anılar altında eziliyordu düşünceleri. Kokusuna müptela olduğu sardunyaları boyun eğiyordu yeni doğan güne yeni başlangıçlara, hiç bitmeyecek olan sonlara. Tam da o sırada güneşin tatlı yelpazesine eşlik eden meltem evinin eşiğine doğru sürükledi karanlık geçmişi. Açıklamaya meydan veremediği sırlar altında yere çöktü bütün bedeni bir anda çatallaşmış birkaç kelimeyle erimeye başladı. Küçüldü. Sonun başlangıcında asılı kaldı onlarca soru.

  Eve ilk taşındığında dikkatini çeken ilk şey merdivenler olmuştu. Tam on üç taneydi. Büyükten başlayarak sırayla küçülen bir sonsuzluk gibi gelirdi ona. Tıpkı hayat gibi. İnsan büyüdüğünü zannettiği her yeni günde öğrendiklerinin ardında ezilmez miydi ki? Ah o yokluk hissi, hiç var olmamışlık. Tam üç yıl olmuştu bu eve taşınalı siyah beyaz küpürlere eşlik etmiş tam üç yıl. Hayatını tebessüm edenlere selam veremeden geçirdiği üç yıl. Yalnızlığına eşlik etsin diye salonunun en aydınlık köşesine koymuştu daktilosunu onun yanına da hiç kullanılmamış bir defter iliştirmişti. 
Bomboş sayfalar parlıyor, çelişen duygular sayfalar ardında dolanıyordu. Defter duru bir su gibiydi el değmemiş hiç keşfedilmemiş , hiç eşlik edilmemiş gibi. Mürekkep kuruydu, seslere aldanan her hece bir yanılgının izini sürmeye devam ediyordu.

  Siyah beyaz çerçevelerden birkaçı boştu içine ne koyacağına karar verememişti ya da tıpkı evi gibi kimsesizdi onlarda. ‘Evim’ dedi. Bu kelime manasız bir şekilde tekrar tekrar yankılandı kapı aralarında ama kimse o kapıyı açmadı.
‘Merhaba’ diyerekten uhrevi bir havayı da içeriye dolduran bir sesle irkildi. Komidininin üzerinde duran ikili şamdandan kopan sıcaklık kapının hemen yanında ,asılı zamanın geçidinde kaybolmaya başladı. Hızlandıkça bakışlardan geriye derin bir ürperti bırakıyordu. Tik tak sesleri ne kadar da masum görünmüştü gözüne. Ta ki şu ana dek. Paslanmış zaman, patikalara doğru sukün ederken geride boş çığlık sesleri yankılanıyordu. Her yerdeydiler.

   Eşik hiç bu kadar rahat olamazdı diye geçirdi aklından ya da bu kadar pürüzsüz. Kendisine gelmeye çalışırken arka fonda soğuk kamçı sesleri, ölüm soğukluğu vardı. Ama yine yalnızdı. Yoksa delirmiş miydi? Onca ses, gözlerinin önünden kayıp giden küpürlere takıldı aklı. Güneşin sıcaklığını giyen ruhu bu seferde titriyordu. Gün ağarırken o bembeyazdı. Kendinden emin bir sesle ‘3, 2, 1’ dedi ve gözlerini açmaya yakın öncekinden daha da güçlü bir tonda ‘Uyan’ artık diyerekten sitemli yaşlıcasından bir kadının sesiyle kendine geldi.

  Üzerinden seneler öncesinden kalma beyaz bir önlük geçirilmişti. Bir ruh bir elbiseyle nasıl tutsak edilirdi, düşüncelere intikal eden tutsaklık uçurumun önünde nöbetteydi. Kilidi kırmanın tek bir yolu vardı. Açılı olmayanı açmanın. Aynı anda binlercesi binlerce varlık sesleniyordu. Kimi yokluğuyla, kimi zincirlenmiş hapisane deliğinden, kimisi kimisi de yankılarıyla, eskilerden. Boğuk havayı teneffüs eden solmuş fayanslar resimlerle doluydu, buz tutmuş. Müebbet yemiş koridorun karanlığına süzülüyordu her bir kare. Açlığa, uykusuzluğa. Binlercesi donuyordu. Sessizliğin kulaklarda tizden bir kabusa dönüşüyor, göremeyenlerin eceli oluyordu.
Olayı anlamaya çalışırcasına süzerken etrafı tek bir şey dikkatini çekti. Herkes istediğini yapabiliyordu, manasız bakışlarını pencere pervazına çevirdi. Garip olan dışarda manzara yoktu gerçeğin timsali insanları tutsak ediyordu. Gözleri kamaştı, sessizce yatağından kalktı. Evet işte oradaydı.

  Yarı gri boyalı ince beyaz çizgilerle bezenmiş duvar şeritlerinin üzerinde bir çerçeve asılıydı. Önemsiz gibi duruyordu, soğuk duvarın dokusunu bir nebzede olsa kırmaya çalışır gibi. Hayır renkli değildi, gülen simalarla da işaretlenmemişti tablo. Yavaşça yatağında kalkarken odadaki tek gerçekliğin bu olabileceğini düşündü.

  Hem çok yakın hem de olabildiğince uzak birkaç tınıyı beraberinde sürüklerken her şey daha da yabancılaşıyordu. Hem kim olduğunu bile bilmeyen birine karakalem bir çizim ne ifade edebilirdi?
Tam eline aldığı sırada içeriye siyah bir karaltı süzüldüğünü hissetti, hisleri gittikçe bulanıklaşır ama o görüntü gözünde daha net bir hal alıyordu. Renklere boyanıyordu. Takatinin tükendiği sırada, içeriye yirmili yaşlarında gençten bir kız girdi ve onu son anda tuttu. ’Anne’ diyerekten yankılandı bütün salon. ‘Anne’ zayıflığın en güçlü tesiriydi, dantelli perdelerin ardından el sallayan çocukların selamıydı, her adımın altında ezilenlerden kalan yadigardı. Eskimezdi. Çünkü o bir anıydı.

  Her bir santimi gözleriyle tarıyor, sanki bir ipucu ararmışçasına duvardaki tabloya dikmişti gözlerini. Umutla bakan gözleri bir hayalin peşindeydi. Siyah beyaz küpürler şimdi her yerdeydi, her tarafına dolanmış, onu boğmaya başlamıştı.
  Aradan dakikalar geçti, kadın uyanmadı, telaşla bekleyen kızının ayak seslerine iştirak edecek bir nefes yoktu ortalıkta. Daktilosundan çıkan her izme karşı binlerce görüntü oluşmuştu. Silinik iz düşümler arasında bir tek kendisi netti. Şimdi her şeyi daha iyi seçebiliyorken doktorun vurduğu sakinleştiriciyle bir daha uyanmamak üzere derin bir uykuya daldı.

  Elindeki yansımalarda asılı olan tek gerçeklik siyah beyaz küpürlerde kaldı.

Yorumlar

Popüler Yayınlar