Ana içeriğe atla

Öne Çıkan Yayın

İNSAN ÖTEKİYLE VAR OLUR.. EDEBİYAT İSE İNSANLA..

  ‘Edebiyat nedir ? ‘sorusuna verebileceğimiz bir tanımdan da öte yaşamın bir çeşit delili, tarifi yaşamın sınırlandıran insanoğlunun sonsuzluğunun bir parçasıdır edebiyat. Yeni keşfedilen bir kıta, yemeğe atılan farklı bir baharatın etkisini diğer insanlar üzerinde vuku bulmasıdır. Değişmez, yenilenemez şartlar – olasılıklara karşı atılan bir darbenin parçası, mutlak kararlara karşı imzalanan kağıt parçasıdır. Varlıkla var olur, insanla değişir, ötekileşir, aktarımı sağlanır. Nefesle izah olunan, mürekkeple belirginleşir, insanların üzerindeki tesirinin bir parçası ise kağıtta kalan izlerdir. Bulanıklaşan, kuruyup eskiyen ama her defasında hissedilen. Edebiyat hissedilir, mantığın katmanlarına çıkabilmek için zahir olunan gönülle aşikar nasıl olursa. İnsanı var eder. Görülmeyeni, durulmayanı, anlatılamayanı anlatır her satırında. Terry Eagleton’un Edebiyat kuramı kitabında (1983 ) ‘’ Sağlam ve değişmez değerleri olan ve birtakım ortak özellikleri paylaşan eserler anlamında bir...

VAROLMAYAN



Elindeki sarımtırak yapraklara mahcubiyet duygusuyla eğilirken yamalı paltosundan kopan iplikleri eliyle iterek adını bir kez daha görebilmek için gözlerini kağıda dikmişti. Kalan son dakika da elinin tekrardan titremeye başlamasıyla kalemi bıraktı. Evet  bu mücadeleye o yenik düşmüştü.  Boşlukta ‘tık, tık, tık’  ve daha boğuk seslerle sınıfın her köşesine tenefüs edene kadar kalem durmamaya yemin etmiş gibi görünüyordu.  Ahşap zeminde yankılanan o sesin yıllarca vicdanının sesi olabileceğini nereden bilebilirdi? Yere düşen yalnız bir kalem değildi, kırılan yalnızca kara bir kalem değildi daha da ötesi , harfleri , kelimeleri dağılırken duyguları da yok oluyordu. Yazmak istediği, benim geleceğim dediği hayatına artık derin bir sessizlik hakimdi. Son beş dakika, son bir dakika diyerek süresinin dolduğunu haber veren tiz bir sesin ardından ‘ Bitti’ diyen bir ses daha duyuldu. İçinden ne olduğuna dair müphem bir yüz ifadesiyle kalakalmıştı. Karşısında ona sertçe bir tavır takınan hocasının gözlerinde bir kez daha var olduğuna dair teselli aramaya çalışırken kalemin yerde bıraktığı yankılar onu derin uykusundan uyandırmaya yetti. Aklında toparlamaya çalıştığı onca düşünceyi bir soruya nasıl sığdıracağını düşünüyordu. Sığdıramamıştı. Uyandığında ne sınava girmiş ne de o hocanın gerçekliğini kabullenebilmişti. Tıpkı bu sınıf, yanında oturan en yakın arkadaşının samimi bir bakışı ya da pencereden yağan karın ona verdiği heyecan bile gerçek değildi. 

 Bahçeden pencereye doğru bakarken yıllar önce onun bu hayatta ne kadar mevcut olabileceğini belirleyen o ahşap sıra, birkaç ayak sesini , dışarıda yankılanan sevinç çığlıklarını bugünde duyabiliyordu. Aradan tam on yıl geçmesine rağmen şimdi bu sesler neden ona bu kadar yabancı geliyordu? Amfinin içerisine doğru kalabalık bir topluluk sesi cereyan ederken evet, gitmişlerdi. Adının kağıdın boşluğunda yankılanmasını istemezken, şimdi bir boşluk bile bırakılmamıştı onun için. Yazmak istediğine inansa bile , var olmayanla nasıl adını haykırabilirdi? 



Yorumlar

Popüler Yayınlar