Ana içeriğe atla

Öne Çıkan Yayın

İNSAN ÖTEKİYLE VAR OLUR.. EDEBİYAT İSE İNSANLA..

  ‘Edebiyat nedir ? ‘sorusuna verebileceğimiz bir tanımdan da öte yaşamın bir çeşit delili, tarifi yaşamın sınırlandıran insanoğlunun sonsuzluğunun bir parçasıdır edebiyat. Yeni keşfedilen bir kıta, yemeğe atılan farklı bir baharatın etkisini diğer insanlar üzerinde vuku bulmasıdır. Değişmez, yenilenemez şartlar – olasılıklara karşı atılan bir darbenin parçası, mutlak kararlara karşı imzalanan kağıt parçasıdır. Varlıkla var olur, insanla değişir, ötekileşir, aktarımı sağlanır. Nefesle izah olunan, mürekkeple belirginleşir, insanların üzerindeki tesirinin bir parçası ise kağıtta kalan izlerdir. Bulanıklaşan, kuruyup eskiyen ama her defasında hissedilen. Edebiyat hissedilir, mantığın katmanlarına çıkabilmek için zahir olunan gönülle aşikar nasıl olursa. İnsanı var eder. Görülmeyeni, durulmayanı, anlatılamayanı anlatır her satırında. Terry Eagleton’un Edebiyat kuramı kitabında (1983 ) ‘’ Sağlam ve değişmez değerleri olan ve birtakım ortak özellikleri paylaşan eserler anlamında bir...

YANGIN

 

Yere yığılmış tahta parçalarının üzerinde dururken bedeni, elinde iki yıl önce ekipte vedalaşamadığı erik ağacının kuru bir dalı duruyordu. Dallarında biten yeşil eriklerin yerini, simsiyah bir duman almıştı. Topraktan bir tutam almak için yavaşça yere doğru eğildi. Toprak yerine biblo parçaları , kömürleşmiş ağaç cüsseleri ve çürümüş meyvelerle döşenmişti her yer . O anda bahçe kapısının ardında derin bir yankı duyuldu. Sese doğru yöneldi. Kuru sıva ile döşenmiş ,kendinden boyalı taşlardan birkaçı sokağın soğukluğuna teslim etmişti kendini. Gelişigüzel sıralanmış blokların arasına nazar değmesin diye küçükçe bir boncuk sıkıştırılmış , at nalı da kapının üzerindeki boşluğa sabitlenmişti. Gözleri çivit mavisi ahşap pencerelere takıldı. Hafiften rengi ağarmış, eski ihtişamını kaybetmişti. Yıllar dedi, her şeyi değiştiriyor… Paslanmış demir kapı tokmağını eliyle sıkıca kavradı. Bitki motifleriyle bezenmiş ahşap kapının deliklerinden sızan güneş ışığı ,boşluktaki keskin havayı yumuşatmaya yetmişti. Antrede kendinden başka çatının açıklığından girmiş iki güvercin gördü. Mezarlığa bırakılmış iki demet karanfil, ölenin ardından edilen iki güzel kelam gibi bembeyazdılar. Sol tarafta asılı çerçevede ise küçükten, gülümsemesi yarım kalmış mavi önlüklü bir kız çocuğu ona doğru bakıyordu. İki katlı, taş duvarlarına ahır kokusu sinmiş bu evde ona kalan tek şey tozdan adı dahi okunamayan birkaç kara kitap, ve duvarlarına astığı tabloları değil miydi? Şimdi onlarda bir o kadar cansız ve soğuktu. Eşiğin rutubetli kokusu genzini yakarken ahşap kapıyı dışarı doğru itti. Sokağa adımını atar atmaz keskin bir lavanta kokusuyla karşılaştı. Bazılarının kökleri toprağa tutunamamışken bazıları boynunu bükmüş kurtuluşunu bekliyordu. Henüz açmamış olan tomurcuklardan birini avuçlarının içine aldı, evine dönerek ‘’Ah be ihtiyar, hani her daim yuvam olacaktın’ diye iç geçirdi.

 

 

Yorumlar

Popüler Yayınlar