Ana içeriğe atla

Öne Çıkan Yayın

İNSAN ÖTEKİYLE VAR OLUR.. EDEBİYAT İSE İNSANLA..

  ‘Edebiyat nedir ? ‘sorusuna verebileceğimiz bir tanımdan da öte yaşamın bir çeşit delili, tarifi yaşamın sınırlandıran insanoğlunun sonsuzluğunun bir parçasıdır edebiyat. Yeni keşfedilen bir kıta, yemeğe atılan farklı bir baharatın etkisini diğer insanlar üzerinde vuku bulmasıdır. Değişmez, yenilenemez şartlar – olasılıklara karşı atılan bir darbenin parçası, mutlak kararlara karşı imzalanan kağıt parçasıdır. Varlıkla var olur, insanla değişir, ötekileşir, aktarımı sağlanır. Nefesle izah olunan, mürekkeple belirginleşir, insanların üzerindeki tesirinin bir parçası ise kağıtta kalan izlerdir. Bulanıklaşan, kuruyup eskiyen ama her defasında hissedilen. Edebiyat hissedilir, mantığın katmanlarına çıkabilmek için zahir olunan gönülle aşikar nasıl olursa. İnsanı var eder. Görülmeyeni, durulmayanı, anlatılamayanı anlatır her satırında. Terry Eagleton’un Edebiyat kuramı kitabında (1983 ) ‘’ Sağlam ve değişmez değerleri olan ve birtakım ortak özellikleri paylaşan eserler anlamında bir...

Uzak Filminde İnsan Tipolojisi




 Bugün uzun bir zamandan beri izlemek istediğim fakat izleyenlerin çoğunun olumsuz yorumları yüzünden ertelediğim bir filmi ele alacağım. Hepiniz Nuri Bilge Ceylan klasiklerini bilirsiniz. İran filmlerini andıran sakin, sessiz ve uzun uzun seyrettiğimiz Anadolu manzaraları uzak filminde de hakim. Diğer filmlerine nazaran bir tık kısa olmasına rağmen içerisinde barındırdığı sembolik anlatım, diyalogların ve kadronun azlığı ile bu derece başarılı bir film çekebilmek herkesin harcı değil. Günümüz modern dünyasında herkes sinemada ya da televizyonda gösterileni hemen tüketmek istiyor. Uzak filminde ise mesaj direk verilmediği için izleyici kitlesinde seçicilik başlıyor. 

Filmin konusu kişinin kendine ve topluma yabancılaşması üzerine olup Anadolu insanı ve şehir insanı olmak üzere iki kişi tarafından şekilleniyor. Her iki kişi de modern dünyanın içinde emperyalizmin uzanan kolları altında sömürülen bir nevi köleleşen karakterler yaratılıyor. Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş Yusuf ile İstanbul’da film sektöründe yıllarca emek vermiş Mahmut’un hikayesi aynı aslında. Aristokrat ile işçi sınıfının modern dünya içinde kaybolmuşluğunu, dünya üzerinde silinmişliklerini bir nevi kişiliklerinin zamanla yalıtılarak aynı şeye inanan, tek bir şeyi beğenen değer algıları sıfırlanmış kişilere dönüşünü seyrediyoruz.



Yusuf kasabasında babasıyla birlikte çalıştığı fabrikadan çıkartılıyor. Kapitalizmin bir kurbanı olarak köyden kente göç etmekle buluyor çareyi.Tek inancı ise denizlere olan bağı oluyor. Hem şehirliler gibi diyar diyar gezebilmek bir yandan da para kazanabilmenin tek çaresini gemilerde çalışabilmek olduğunu düşünüyor. İstanbul’a geldikten sonra şehirli ve köylü zihniyetinin farklı olduğunu görerek tek inancını da kaybediyor.  İstanbul’u tanıdıktan sonra köyü ona bir hapis , bağımsızlığını kaybedeceği bir mekan olarak göründüğü için tek hayalinden de vazgeçiyor. Kapitalizmin kurbanı olan Yusuf, İstanbul’da herhangi bir iş bulma gayretiyle Mahmut’tan yardım istiyor. 

Mahmut ise şu ana kadar kimseden yardım görmemiş, kendi emeğiyle geldiği konumunu göstererek, Yusuf’a ‘’ Senin hiç gururun yok mu diyor.’’ 



Sizce de burada Mahmut’un sorunu gurur mu yoksa , modern dünya içinde gittikçe yalnızlaşan duygularını açığa çıkartamayan bu yüzden de zamanla isteklerini bile unutmuş bir kişinin trajedisi mi? Mahmut her şeyden önce kendini sevebilseydi, sevdiklerine duygularını açabilseydi şu anki kişiliğine mi dönüşürdü ya da Yusuf’tan üstün olduğunu gösteren hareketler sergiler miydi?

Orasını sadece tahmin edebiliyoruz. Ama film o şekilde kurgulansaydı gerçekçi bir bakış açısıyla bir izleyici olarak filme yaklaşamazdık. Çünkü şu anki toplumda bizler de bir Muratız ya da gelecek kaygısıyla tutuşan , kendi ayakları üzerinde durmak için sürekli çalışmak zorunda olduğunu bilen Yusuflarız. Ve filme kendimiz nasıl bu dünyada konumlandırıldıysak o şekilde dahil oluyoruz. 



Mahmut’un filmde Yusuf’a söylediği şu söz bence gerçek hayatta çoğu iş verenin işçiye söylediği sözle birebir uyuşuyor. ‘’ Seni kim niye işe alsın Yusuf, önce bir meziyete sahip olacaksın. Sen ise köyden hiçbir şey öğrenmeden İstanbul’a çıkıp gelmişsin!’’

Size de çok tanıdık geldi değil mi cümle. Şu an Türkiye’de yüzde doksanımızın üzerinde bir kitle bunun gibi birçok söze maruz kalıyor. Niye mi? Çünkü CV’lerinde bir sertifika eksik diye, 2 yıl iş deneyimi yok diye ve bunun gibi bir çok nedenden dolayı. İyi bir eleman mı istiyorsunuz o zaman her şeyden önce elemanının yetkinliklerine ,iletişimine bakmalısınız ve her şeyden öte karşı tarafa o işin üstesinden gelebileceğinin güvenini veriyor mu, kendine özgüveni var mı ? Bunlara bakmalısınız, birkaç belgeye değil!



Bu noktada birkaç eleştiriden sonra filmimize geri dönelim. Filmin başlangıcından itibaren çekimdeki teknikleri incelediğimizde ise köyden gelen Yusuf’un kameranın arka planında ve karanlık bir şekilde gösterildiğini ve filmin sonlarına doğru yakın bir açıdan çekildiğini görüyoruz. Çünkü bu teknikle aslında bize şehre yabancı , aynı zamanda Mahmut’a da yabancı olan bir Yusuf’u görüyoruz. Yusuf Mahmut’la olan yabancılığı ise yine evin içinde uzaktan çekimlerle gösterilmiş. Yusuf arkaplanda kalırken Mahmut daha çok ön planda görebilmekteyiz. 



Şimdi biraz da Mahmut’tan bahsedelim. Mahmut ise bir metropol insanıdır. Hayatı monoton bir şekilde gelip geçmektedir. Belli alışkanlıklar çevresinde çektiği fotoğraf ve videolarla parasal anlamda bir sorunu yoktur. Hayatında bulunan birçok insan belki bir gün göreceği ya da iş için bir araya geldikleri kişiliklerdir. Günlük hayatta bir iletişimleri yoktur, zamanla silinirler. Ama Yusuf’un bulunduğu ortamdaki insanlar ailesidir, akrabasıdır veyahut sürekli sohbet ettiği kişilerdir, Yusuf onları silemez çünkü yaşamının bir parçasıdır. Konuşmaları, yardımlaşmaları karşılıksızdır. Yusuf şehre ilk geldiğinde Mahmut’un yakınlarında bu olmadığını her şeyin karşılıklı olduğunu gördüğünde bir kez daha yabancılaşma gerçekleşir. Yusuf İstanbul’da kalıp para kazanmak istiyorsa bunlara alışması gerekmektedir. 


Filmin genel günlük hayatın bir parçası olarak işlenmesi hem de minimal bir senaryo üzerinden sade ve basit şekilde anlatılması izleyicileri içine çeken bir durumdur. Çünkü yukarıda da bahsettiğim üzere Yusuf’ta Mahmut’ta bizleriz. Her ne kadar birbirimize zıt karakterler gibi gözükmekte bu dünyanın bir parçasıyız, kapitalizmin kurbanlarıyız. 



Yorumlar

Popüler Yayınlar